"Her gün nereden geldiğimi düşünüyorum ve halen kendi kimliğimden gurur duyuyorum: İlk önce La Castellane sitesinden bir kabilim, sonra Marsilya’dan bir Cezayirli ve son olarak bir Fransız’ım". Kısaca böyle anlatıyor kendini.
Cezayir-Fransız ortak yapımı olan, İtalya ve İspanya başta olmak üzere tüm dünyada gişe rekorları kıran bu filmin başrolü ona verilmişti. Filmin orijinal diline hakim olmasanız bile altyazıya ihtiyaç duymadan izleyebildiğiniz bir performans sergilemişti bizler için. Gelmiş geçmiş diye başlayan efsaneler arasına girmesi için ekstra bir çaba harcamasına gerek duymadı.
Biraz kavgacı, genel olarak sakin tipik bir Akdenizli, inatçı, yokluğun ne demek olduğunu bilen, zirveye çıkmasına rağmen tabularını hala koruyan bir aile babası. "Sabah 7'de uyanır kahvaltıyı hazırlarım. Eşimi uyandırır, çocukların okul için son hazırlıklarını yaparım. Hep beraber güzel bir kahvaltı yapıp yola çıkarız. Önce eşimi gideceği yere, sonra çocukları okuluna bırakırım. Ben de antrenman için tesislere geçerim. Antrenmandan sonra eve dönerken eşimi de alır eve geçeriz. Akşam çocukları okuldan alırım. İnsanlar Fransa'ya göre İspanya'da günü biraz daha erken bitirdiği için akşam yemeğimizi saat 19:00'da yeriz. Eşimle çocukların ev ödevlerine yardım ederiz. 21:30'da çocukları yatırır, biraz sohbet ettikten sonra biz de 22:30 gibi yatar uyuruz". Bana Zidane'nın bir gününü anlatır mısın diye soran gazeteciye tamda bu şekilde anlatıyor.
Kim inanır ki, böyle bir yaşamın, dünyada üç kez yılın oyuncusu seçilmiş, Şampiyonlar Ligi ve Dünya Kupası sahibi, sayısız kişisel başarıya imza atan, dünyanın Zinedine Zidane olarak tanıdığı, fakat annesinin biricik oğlu Yezid Zeynüddin bin İsmail Zidane'a ait olacağına.
Zizou, 1953'te Cezair'den Fransa'ya yerleşen, göçmen Smail Zidane ve Malika Zidane'ın beşinci çocuğu olarak 1972 yılında dünyaya gelir. Ailesi, Cezayir Kabiliye'den Marsilya'nın La Castellane sitesine yerleşir. Yokluğun dibinde bir yaşam sürmeye başlar. Küçük Cezayirli henüz farkında değildir, ne kadar değerli bir yeteneğe sahip olduğunun. İşsiz ve suçluların merkezi olan Castellane'de tansiyon bir an olsun düşmez.
Babası, ailesine bakabilmek için bir depoda bekçi olarak çalışır. Evet fakir bir ailesi vardır. Zidane böyle bir ortamda büyür. İki taş bir topla, dünyanın en ucuz ve en zevkli uğraşı futbolun, en saygıdeğer karakterlerinden oluşunun öyküsü de Marsilya sokaklarında başlar ve mahalle takımının vazgeçilmezi olur.
Zinedine Zidane'nın ilk oynadığı takım, oturduğu mahallenin takımı olan US Saint-Henri'dir (1982).
Sonradan, 14 yaşına kadar SO Septèmes-les-Vallons takımında oynar. 1986 yılın sonunda 3 günlük bir kampa katılır. Oynadığı maçlarda libero mevkiinde boy gösterir. Kendi ceza sahası içinde rakip forvet oyunculara çalım atması ile bütün dikkatleri üstüne çeker. AS Cannes'da genç Zidane'ı çocuk yaşta keşfeden ve halen hayatta olan ilk antrenörü Jean Varraud'un (84) gözüne çarpar. Varraud, Zidane'ın çok saygılı ve çekingen bir çocuk olduğundan, fakat kafa toplarının zayıf olduğundan, sol ayağını da hiç kullanamadığından bahseder.
20 Mayıs 1989 tarihinde, yani Zidane 17 yaşına basmadan önce FC Nantes Atlantique'e karşı, ilk Ligue 1 maçına çıkar.
8 Şubat 1991 tarihinde, Ligue 1'de, yine FC Nantes Atlantique'e karşı ilk golünü atar. Maçtan sonra AS Cannes başkanı olan Alain Pedretti ona Peugeot 205 hediye eder. Kulüp UEFA Kupası'na katılır ve Zidane Avrupa Kupalarıyla tanışır.
Ertesi yıl, 1992 yılında Zidane Bordeaux'ya transfer olur. Bordeaux'ya transferi ile kariyerindeki ivmelenmeyi yakalayarak dünya piyasasına da girmiş olur.
Fakat Zizou'nun yıldızı burnu büyük Fransız medyasıyla uzun süre barışmaz. Bir gün, dünyanın en büyük yıldızı olacak oyuncuya "kara kedi" diye lakap bile taktılar. Onlara göre Zidane, küçük maçların büyük oyuncusuydu. Ancak o, bu düşünceyi 1994 yılında ilk kez sırtına geçirdiği milli formayla
Çek Cumhuriyeti - Fransa maçında 2 gol atarak değiştirmeyi başardı.
Verdiği bir demecinde: "Herkes garip karşılayabilir, ama hayatımdaki en önemli maçım Fransa Milli Takımının ilk kez formasını taşıdığım Çek Cumhuriyeti karşılaşmasıdır. Teknik direktörümüz Aime Jaquet sakatlanan Djorkaef'in yerine bana şans tanıdı ve ben de attığım 2 golle, zannediyorum bu fırsatı iyi kullandım. O gün bir çocuk kadar mutluydum" der. Bu performansının etkisi sadece olumsuz yorumların değişmesiyle olmamıştır. Kariyerine etki eden en önemli dönüm noktasıdır belki de. Les Bleus denilen Milli formayı 1994'te ilk giyişinin ardından tam 12 sene Fransa için oynar.
"Her zaman dünyanın en iyi futbolcusu olmak istedim. Bunun için hep çok çalıştım. Ama en iyi olamadım. Geçemediği o, "en iyi kimdi" sorusu ise biz Zidane severler için merak konusudur. Fransa 98'deki inanılmaz performansının ardından İtalya'nın başındaki Cesare Maldini, "Zidane'ı almak için kadromdan beş adam verebilirim" demişti.
Çeyrek finalde Fransa'ya 4-3 kaybeden dönemin İtalya kadrosunda, Cannavaro, Paolo Maldini, Costacurta, Dino Baggio, Christian Vieri ve Alessandro Del Piero gibi efsaneler vardı.
Fransa sınırları içerisindeki misyonunu tamamladıktan sonra, yeni rotası çizmenin Torino şehridir. Ve artık yanında Davids, Inzaghi, Trezeguet, Kovacevic, Deschamps, Vieri, Tacchinardi, Boksic ve tabiki Del Piero gibi yıldızlar vardır. Ve sahne artık Zidane için hazırdır. Juventus kariyerinde lig şampiyonlukları dışında kulüp düzeyinde uluslararası organizasyonlarda sadece UEFA süper kupası kazanılır. Juventus oyuncusuyken üzerine 98 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Şampiyonasında gelen şampiyonluklar eklenir. Zirvenin soğuk havası artık Zidane'ın estetik anlayışımızı tekrar gözden geçirmemizi sağlayan futbolu ile iyice ısınır.
Zidane da bu duruma alışmış olacak ki, kendisini dönemin dünyanın en pahalı futbolcusu yapan imzayı atmadan önce R.Madrid'e transfer olma kararını nasıl verdiğini ondan dinleyelim. Futbol dünyasından ünlülerin katıldığı bir yemekte Zidane ile aynı masada oturan Real Madrid başkanı Florentino Perez, üzerine "Real için oynamak ister misin?" diye yazdığı bir peçeteyi Zizou’ya gönderir. Yıldız oyuncu bu ilginç teklif karşısındaki cevabını "O gece şarap çok güzeldi, benim de keyfim yerimdeydi ve peçetenin altına evet yazdım" diye açıklar.
Di Stefano, Puskas, Del Bosque, Valdano, Hugo Sanchez, Bernd Schuster, Hagi, Luis Enrique, Redondo, Raul, Guti, Carlos, Figo klasında oyuncuların uğramadan geçmedikleri Madrid
durağında sıra Zizou’ya gelmişti. Her zaman koruduğu beyefendiliği ile sırtına geçirdi 5 numaralı formasını ve 5 sezon kimsenin parlamadığı kadar parladı eflatun beyazlılarda.
2002 Şampiyonlar Ligi finalinde bir zamanlar zayıf olan ayağıyla öyle bir gol attı ki, kendisi dışında herkes gol olup olmadığının beş-altı saniye sonra farkına vardı.
Işığı kendisine ve yanında oynayan oyunculara da yetiyordu. Omuzlarında çoğalan apoletlerinin yanında, çoğalmayan egosu, onu bize daha da yakınlaştırıyordu. Artık Zidane vari oyun girmişti futbol literatürüne. Ama o formasının bu ağırlığına karşın oğlu ile evinin bahçesinde yaptıkları maçlarda mütevazıliğini şu cümlelerle belli ediyor.
"Oğlumla evimin bahçesinde futbol oynarken ikimiz de en sevdiğimiz futbolcular olurduk. Oğlum ben olurdu, ben ise Ronaldo"
Fakat en büyük kahramanı Urugaylı Enzo Francescoli'dir. Bu yüzden, en büyük oğlunun ismini Enzo koyar.
2002 Dünya Kupası öncesi yaşadığı sakatlık, Fransa'nın gol atamadan turnuvayı kapatmasına malolmuştur. 2006 Dünya Kupasıyla milli takım kariyerini çok sansasyonel bir olayla sona erdirmiştir. Materazzi'nin ettiği küfür sonrası attığı kafanın yankıları, olayı temsilen heykelinin yapılışına kadar uzanmıştır.
Bu olay üzerine çok yorumlar yapılır, fakat hem Zidane'ı hem de hadiseyi istisnasız en güzel ifade eden yorumu takım arkadaşı Thierry Henry yapar: "O mahallelerden belki düzgün bir adam çıkarabilirsiniz, ama o adamın içinden o mahalleleri çıkaramazsınız"
Spor hayatı boyunca etnik kimliği Zidane'ın başına bela edilmeye çalışılır. 2004 yılında ilk defa Cezayir karşısında bir milli maçta forma giyecek oyuncu ölüm tehditleri alır. Tribünlerde "Zidane-Harki" yazan pankartlar açılır. Harkiler, Cezayir Bağımsızlık Savaşında Fransızların yanında savaştıkları için hain olarak kabul edilirler. Zidane, "Defalarca söyledim, babam bir Harki değildi, babam ülkesi Cezayir'e asla ihanet etmedi" demek durumunda kalır.
Tüm bu, gerekli ve gereksiz söylemlerin arasında, bana göre en güzel Zidane yorumunu milli takım arkadaşı Lizarazu yapar. Zidane hakkında çekilen belgeselde söz Lizarazu'ya gelir.
"Milli takım maçlarında oyunun sıkıştığı, çaresiz kaldığımız anlarda takım olarak ne yapacağımızı bilemezdik. Gözümüz hemen Zidane'ı arar ve topu ona atardık. O nasılsa yapacak bir şeyler bulurdu" diye açıklar Zidane gerçeğini.
Hepimiz bir çok iyi futbolcuyu başka bir iyi futbolcuyla kıyaslamışızdır. Pele-Maradona, Ronaldo-Messi, Hagi-Alex vs... Şahsi fikrim; bu galaksinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Ronaldinho'dur. Ben bile Ronaldinho için kendi içimde acaba derken, Zidane işin içine girince nedense bir kıyaslama ihtiyacı, bir benzeri bulma gereği duymuyorum. Kendi söylemiyle en iyisi olamasa da, kabul edelimki farklıydı, hem de çok farklıydı.
b-karababa@hotmail.com
Amatör ve profesyonel boks nedir? adlı yazımda söz verdiğim konuları, yazmaya devam ediyorum. "Sporcu kimdir?" sorusunun cevabını verebilmek için ilk olarak "spor nedir?" sorusunun cevabını bilmemiz gereklidir. Hemen belirtmeliyim ki, sporu hobi olarak yapanlar benim konumun dışındadır.
Bugün hiç susadınız mı? Eğer susadıysanız bu vücudunuzun susuz kaldığı için size sinyaller gönderdiği anlamına geliyor.Yani vücudunuz sizi onu sulamaya çağırıyor.
Kime sorarsanız sorun "tekmeye kafa uzatmak" iyi bir şeydir. Oyuncunun özverisini betimler. Düşünsenize rakip topa vuracak araya kafa sokuyorsunuz. Yaralanmak pahasına... Bundan daha iyi futbolcu olabilir mi?
Andrea Pirlo