Eski Türkler, Selçuklular ve Kölemenler top (tepük) oynanmasını sevdikleri halde, Osmanlılar top oyununu sevmedikleri gibi top gibi yuvarlak nesneyle oynanan Çevgan’ı da sevmezlerdi.
İnsanoğlunun hareket ihtiyacından başlangıç kazanan spor olayı, içindeki arayış sonucu futbol disiplinini meydana getirmiştir. (Ferah, 1991, s.9). Ancak, futbolun tarihsel gelişim sürecini eskiye dayandırmaktan çok, yakın tarih ve kıta Avrupa’sının sanayi toplumu ve sanayileşme sürecine dayandırmak, yönetsel ve politik anlamda futbolu yeterince ortaya koymaktadır.
Futbol, ülkemizde ve dünyada, tarihsel sürecin başından bugüne kadar politikaya ve dolayısıyla iktidara yakın tutulmaya çalışılmıştır. Konunun daha iyi anlaşılması için, Dünyada ve Türkiye’deki futbolun tarihsel sürecini incelemek gerekiyor. (Kutlu, 2007 s:37).
İnsanların tarih içerisinde yuvarlak olan cisimlerle oynamaktan zevk aldıkları ve cisimlere ayakları ile vurma eylemi içgüdüsel olarak gerçekleştirdikleri, ilk çağlardan kalan mağara duvarlarındaki ilkel resimlerden anlaşılmaktadır. Stemmler (2000) kitabında, insanların kültsel top oyunlarıyla yıldızların gücünü sihir yoluyla emniyet altına almak istediklerinden, bu yüzden de yıldızların, özelliklede güneşin seyrine göre oynadıklarından bahsetmektedir.
Günümüz futbol sporuna esas teşkil eden ve halen oynanmakta olan futbola benzer bir görünüm ortaya koyan top oyunları ile ilgili bilgilere yer veren ve tarih içerisinde günümüze aktaran birçok eserler mevcuttur. Bu eserlere dayanarak ortaya çıkan futbol kronolojisi şu şekilde yapılabilir. (İnal, 2004).
Akkoyunlu (2001) yaptığı çalışmada, tarihi değer taşıyan birçok eserden ve zamanımıza kadar kalmış olan bazı anıtlardan anlaşıldığının, futbolun milattan önce 3000 yıllarında Asya ve Mısır’da kuralsız el, kol, ayak hatta rakip ile mücadele şeklinde oynandığının görüldüğünü belirmektedir.
Bir başka iddia ise, M.Ö. Roma’da askerlerin Haspastum isimli ve el topu anlamına gelen bir top oyununu ayakla oynadıkları şeklindedir. Tüm bu bilgilere rağmen futbolun tarih içerisinde ilk olarak ne zaman ve nerede oynandığı hakkında net bir fikre sahip olmak oldukça zordur.
Yakın tarihimiz içinde dünyanın en büyük sömürge imparatorluğunu kurmuş olan İngilizlerin, futbol benzeri oyunları görmeleri ve benimsemeleri yanında, gittikleri her yerde beğendikleri bu oyunu oynamaları, futbol oyununun dünyaya yayılmasında büyük rol oynadığı iddia edilmektedir. (İnal, 2004 s:34-42).
21 Mayıs 1904 yılında, yedi ülkenin federasyonları bir araya gelerek kısa adı “FIFA” olan Uluslararası Futbol Federasyonu’nu (Federation International Football Association) kurmuşlardır. Halen, FIFA Uluslararası müsabakaların organizasyonunda tam ve tek yetkili olarak dünya futbolunu yönetip, yönlendiren kuralların değiştirilmesi ve uygulanmasına karar veren, anlaşmazlıkların çözümünde başvurulan ve karar yetkisine sahip tek kuruluş olarak görevini sürdürmektedir. (Kutlu, 2007 37-44)
Eski Türkler, Selçuklular ve Kölemenler top (tepük) oynanmasını sevdikleri halde, Osmanlılar top oyununu sevmedikleri gibi top gibi yuvarlak nesneyle oynanan Çevgan’ı da sevmezlerdi. Söylentiye göre, Kerbela’da, Hazreti Hüseyin’in başı kesildikten sonra, Şam’da Yezid’e getirilince, Çevgan değneğiyle top oynanmıştır. Osmanlı uleması da bu söylenti nedeniyle, topu Hazreti Hüseyin’in başına benzeterek, bu tür oyunlara ilgi göstermemiştir. Osmanlı zamanında Güneydoğu Anadolu’daki birkaç şehir dışında Çevgan oynanmamıştır.(Kahraman, 1995 s:12).
Osmanlıların futbolla tanışması, Sultan Abdülaziz zamanında olmuştur. Paris’e gönderilen öğrenciler, futbolun Fransa’da pek sevildiğini görerek, bu konuda yazılmış “Ordu ve Mekteplerde Futbol” adlı Fransızca kitap 1869 yılında Türkçeye çevirerek İstanbul’da bastırıldı. 19. yüzyılın son yarısında futbol, batı ülkelerinde büyük ilgi görüp kurallara bağlanarak kulüp takımları arasında oynanınca, Osmanlı’da da çok sevilen bir spor branşı oldu. İstanbul, İzmir ve Selanik’te bulunan yabancılar, 1890 yılında kendi aralarında futbol oynuyorlardı.
1895-1908 yılları, Sultan II. Abdülhamit yönetiminin en sıkı dönemleridir. Hafiyelerin kol gezdiği ve yönetime ters düşenlerin İstanbul’dan taşra illere sürüldüğü bu dönemde, Türk gençlerinin şeriatın ve yönetimin yasakladığı böyle bir oyunu oynamaları çok güç ve tehlikeliydi. İstanbullu Rum ve Ermeni gençleri ile Avrupa’dan gelmiş yabancıların rahatlıkla oynadığı futbol oyununu seyreden Türk çocukları, bu oyunu ya kıyı köşelerinde ya da isim değiştirerek oynamaya başladılar.
1900 yılından önce, Kadıköy’deki Rum ve İngilizler “Moda” isimli bir takım kurarak, Moda burnundaki çayırlıkta futbol oynuyorlardı. 1899 İzmir’deki James Lafontaine, Kadıköy’e gelip yerleştiği zaman, Kadıköylü Türk gençleri de bir takım kurarak gizlice futbol oynuyorlardı. 1899 yılından beri Kadıköy’de top oynayan birkaç Türk genci 1901 yılında Siyah Çoraplılar Kulübü’nü (Black Stoking Football Club) kurdular. Kulübün hayat ve faaliyeti pek kısa ve sönük geçti. Ama bu kulüp kaynaklarda ilk Türk futbol kulübü olarak geçmektedir. (Kahraman, 1995 s:15-17).
Türk sporunda “Devlet Politikası” yolunda ilk adım, her alanda olduğu gibi, Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra Atatürk tarafından atıldı. Bu ilk adım, devletin spora ve sporcuya sahip çıkması ve onu maddi yönden desteklemesi şeklindeydi. (Atabeyoğlu, 2001 s:7).
1920 yılında İsviçre’den dönen Yusuf Ziya Öniş, beraberinde İsviçre Spor Teşkilatı Nizamnamesini de getirdi. Ali Sami Yen, Burhan Felek ve Nasuhi Baydar ile birlikte çalışmalar yapan Yusuf Ziya, neticede 20 maddelik bir nizamnamenin hazırlanmasında öncü oldu.
Bu çalışmaların sonucunda Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı (T.İ.C.İ.) adı ile bütün kulüplerin toplanmasını sağladı. 31 Temmuz 1922 yılında ilk toplantısı yapılarak bir idare heyeti seçildi. Ali Sami Yen heyet başkanlığına getirildi. T.İ.C.İ fiili görevine 1923 yılında başladı ve federasyonları teşkil etti. İlk teşkil edilen federasyonlar, atletizm, futbol ve güreştir. (Keten, 1974 s: 23).
24 Eylül 1951 tarihinde profesyonelliğin kabulü ile Türk futbolunda yeni bir dönem başlamıştır. 1954'te Avrupa Futbol Federasyonları Birliği UEFA'nın kurulmasından sonra Türkiye bir Avrupa ülkesi olarak kabul edilme mücadelesi vermiş ve bu isteği FIFA. tarafından 10 Şubat 1962'de alınan karar uyarınca kabul edilmiştir.
İlk Milli Lig maçları 1959'da başladı. İstanbul'dan sekiz, Ankara ve İzmir'de dörder takımın katılmasıyla iki gruba ayrılan takımlar arasında yapıldı.
1963-1964 futbol sezonunda İkinci Türkiye Ligi kuruldu. Bu dönemlerde futbola ilgi gittikçe artıyordu. Liglere katılma isteği yurdun dört bir yanından geliyordu. Bu nedenle 1965 genel seçimlerine gidileceğinin yaz aylarında bir kararla İkinci Türkiye Ligi 1965-66 mevsiminde genişletilerek iki gruba ayrıldı. 1967-68 mevsiminde süren talebi karışlamak için Türkiye Üçüncü Ligi kuruldu. O da yetmediği için 1970-1971 mevsiminde Üçüncü Lig genişletilerek ve dört gruba ayrıldı. (Taşgın 2000 s: 44).
Son yıllarda ülkemizde futbol dünya futbolu ile yarışmakta 2002 de dünya üçüncüsü, 2000 UEFA kupasını kazanma, Şampiyonlar liginde çeyrek final oynama gibi başarılar göstermektedir. Bunu çeşitli nedenlere bağlamak mümkün olmakla beraber en başta sayabileceğimiz nedenler alt yapıya verilen önem ve bilimsel yöntemlerle çalışmak olduğu ileri sürülebilir. (Mülazımoğlu ve ark. 2002 s:53).
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, sürekli yeni bir yaşam tarzının içerisine çekiliyoruz. Bu yeni yaşantımızda Fit olmayan, kollarında dövmeler olmayan, six packlerini tek tek sayılacak kadar dışarı çıkarmayanlara pek yer yok gibi görünüyor.
Futbol, ayaklarla topa vurmak suretiyle yapılan bir spordur. Bu sporda karşı tarafta bulunan kaleye top gönderilerek gol atılır. 2 takım içerisinde en fazla gol atan maçı kazanır. Futbol dışarıdan bakıldığında bu kadar basit görünebilir. Peki fizyolojik olarak incelendiğinde bu böyle midir?
Altyapı denildiğinde Barcelona'nın La Masia'sı hakkında övgü cümleleri kurmak adettendir. Peki Barcelona altyapısı gerçekten harika mı?
Zinedine Zidane